Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
TÜRK ROMANINA TOPLU BAKIŞ
Türk edebiyatında Tanzimat dönemine kadar batılı anlam ve ölçüde roman yoktur. Divan edebiyatında "Leyla ile Mecnun", "Ferhat ile Şirin" ve benzeri aşk hikayeleri, konuya değil şiire dayalı örneklerdir."Kerem ile Aslı", Seyid Battal Gazi" çeşidinden manzum veya mensur halk hikayeleri ise bilinen karakterdeki romanlardan çok farklı türde, ortak ve anonim eserlerdir.
Edebiyatımızda ilk roman örneği Yusuf Kamil Paşa'nın Fransızcadan çevirdiği "Telemak'lır. Bunu kısa zamanda başka çevirmeler izlemiş, bunun hemen ardından da ilk yerli denemeleri başlamıştır.
Türk edebiyatında ilk yerli romanları meydana getirenler (Şemseddin Sami'nin yazdığı ve 1872'de yayınlanan Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat ilk Türk romanı kabul edilebilir.) Namık Kemal ile Ahmet Mithat Efendi'dir. Ahmet Mithat Efendi 1874'te meşhur Hasan Mellah'ı yayınlamış, ondan bir buçuk yıl kadar sonra Namık Kemal, 1876'da (Batılı anlamda ilk Türk romanı diyebileceğimiz) İntibah'ı çıkarmıştır. Bu iki romanda Fransız romantizminin etkilerini taşımaktadır. Bundan üç dört yıl kadar sonra Namık Kemal ikinci romanı Cezmi'yi bastırmıştır. Ahmet Mithat Efendi'ye gelince; o, daha uzun yıllar roman dalında eserler vermiştir. Ahmet Mithat Efendi'nin romanlarının sayısı 30'u geçmektedir.
Bu iki öncüden sonra roman denemesi yapan öteki yazarlarımız Sami Paşazade Sezai'nin Sergüzeşt ve Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası adlı romanları ile yavaş yavaş romantizmden realizme doğru bir yönelme gösterirler. Bunların ardından gelen Nabi Nazım ise bazen realizmi bile aşan, natüralizme kadar uzanan aydın ve uyanık bir zekadır.
Tanzimat dönemi ve Tanzimat sonrası yıllarının bu belli başlı adlarının yanında Emin Nihad, Şemsettin Sami, Mehmet Celal, Mehmet Münci, Mehmet Murad... gibi başka adlar da sayılabilir. Ancak bu yazarların roman alanındaki çalışmaları, genellikle bir heves seviyesinde kalmış belirli bir sonuca varamamıştır.
Türk edebiyatında romanda 'asıl büyük hamle Servet-i Fünun edebiyatında görülür. Bu edebiyat topluğunun nesir dalındaki büyük temsilcisi Halit Ziya,aynı zamanda romanında en büyük temsilcisidir. Halit Ziya'ya kadar yazılmış olan romanlar her şeye rağmen şu ya da bu yanlarından aksayan, türlü kusurlarla dolu örneklerdi. Bunlarda dil ve anlatım, konuların kurulup yürütülmesi, kahramanların yapıları ve yönetilişleri çok zaman tutuk, kararsız ve acemice idi. Özellikle yazarlar hemen daima eserle okuyucu arasına giriyor, eserin tabii atmosferini zedeliyordu. Halit Ziya romanı önce bu kusurlardan ayıklamış, ayrıca roman tekniğini de birinci plana almıştı. Gözlemleri, tasvirleri, olayları kurup kişileri yönetişi hemen tamamıyla batılı örneklere uygundu. Bu yüzden bazı edebiyat tarihçilerimiz -haklı olarak- onu Türk romancılığının babası diye anmışlardır. Ne var ki, bu üstünlüklerine rağmen Halit Ziya'ya dörtbaşı mamur diyebilmek mümkün değildir. Bir kere dili, bir roman için daima fazla süslü,, fazla külfetli hatta fazla şiirlidir. Ayrıca bu büyük ve usta yazar, realizme yönelme hususundaki bütün çabalarına rağmen, kendisini hiç bir zaman romantizmden kurtaramamıştır. Onu Servet-i Fünun'da izleyen Mehmet Rauf'a gelince o, Halit Ziya'nın biraz daha güçsüz devamından başka bir şey değildir. Ancak yine Halit Ziya'yı taklit ettiği psikolojik tahlillerde -zaman zaman- ustasını aşan başarılar gösterdiği de olmuştur.
Servet-i Fünun romancıları romana yeni bir hava ve ilerleyiş katarlarken, onlarla çağdaş olan fakat onların sanat anlayışına katılmayan başka bir yazar, Hüseyin Rahmi Gürpınar, birbiri ardınca birçok roman yazıyor ve yayınlıyordu. Hüseyin Rahmi romancılığında Ahmet Mithat Efendi'den etkilenmiş, ancak her bakımdan onunkilerden üstün eserler vermişti. Dilinin duruluğu, rahatlığı geniş yığınlara seslenişi ile Şervet-i Fünunculardan ayrılmaktaydı. Ayrıca konuları da Servet-i Fünuncular gibi, aydınlar ve alafranga tabakalar ortamında geçmiyor, her sınıfı ile İstanbul'un daha. yerli daha mütevazi insanlarını ve onların yaşayışlarını dile getiriyordu. Bununla birlikte Hüseyin Rahmi de Servet-i Fünuncular gibi İstanbul'dan dışarı çıkmamıştı; Türk romanı Anadolu'ya ve Anadolu insanlarına hâlâ yüzü dönük durmaktaydı...
Bu kötü geleneği ilk defa, hem de oldukça başarılı bir şekilde Ebubekir Hazım bozdu. Halit Ziyaların, Hüseyin Rahmilerin çağdaşı bulunan Ebubekir Hazım, onlar gibi profesyonel romancı da değildi. Ama ortaya koyduğu "Küçük Paşa" ile Türk romanını ilk defa yurt gerçekleri ve yurt insanları ile yüz yüze getirdi.
Türk romanı artık gittikçe evrimleşmekteydi. İkinci Meşrutiyet sonrası ile Cumhuriyetin ilk yıllarında üç büyük romancı yetişti. Bunlar Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri'ydi. Yakup Kadri, ilk birkaç denemesinden sonra, romanda kendine özgü çok sağlam bir yapıya ve sisteme ulaştı. Düzenli, belirli ve seçkin bir üslup içinde, roman sanatının gerektirdiği bütün kurallara h olarak eserlerini vermeye başladı. Bu eserler -bütün olarak- Türk toplumunun Tanzimat'tan zamanımıza kadar süregelen her çeşit çalkantılarını, rahat ve kendinden emin bir gerçekçilik içinde inceliyor, ortaya koyuyordu. Bu incelemelerde Türk halkının her sınıfı, her tabakası ele alınmıştı. İstanbul'u kadar Anadolusu da incelemelerin sınırları içindeydi.
Halide Edib, ilk romanlarında hemen sadece kadın ruhunun bunalımları ile uğraşmakta iken, ikinci döneminde ülkücü bir memleket yazarı, üçüncü döneminde ise yoğun bir gerçekçi ve insancı olarak, sanat hayatını çok dolgun bir şekilde tamamlamıştı.
Reşat Nuri, oldum olasıya, bir duygu ve sevgi adamıydı. Bundan dolayı kendine özgü bir romantizmle, hiç bir zaman büyük davalara ve derinlere inemeyen orta yapılı bir realizmi, ömrü boyunca ve gittikçe geliştirerek sürdürdü. Onun çok sevilip çok okunuşunda, sanatının gücünden fazla, eşsiz denilecek derecede tatlı ve sancı olan dil ve anlatımının payı -muhakkak ki- çok büyüktür.
Cumhuriyet dönemi romanının belli adlarından biri de Abdülhak Şinasi oldu. Abdülhak Şinasi, memleket sorunları, Anadolu gerçekleri ile pek ilgili değildi. O, belli bir zamanın ve mekanın belli tip ve karakterlerini, kendi yapısı olan bir üslupla anlatan, hüznü, mutluluğu, şiiri ile bambaşka bir çeşnide yaşayan ve yaşatan bir sanatçı olarak edebiyatımızdaki yerini almıştır.
İkinci Dünya Savaşı, bütün dünyada olduğu gibi, yurdumuzda da daha ilk yıllarından başlayarak hayatın her alanında pek çok değer yargılarım, duygu ve düşünceleri değiştirmeye başlamıştı. Bu değişmeler, savaştan sonraki yıllarda daha, da hızlandı. Sonuç olarak, hayatın en iyi aynalarından biri bulunan edebiyatı şiddetle etkiledi. Şiirde, tiyatroda olduğu gibi hikaye ve romanda da görüşler, sezişler, zevkler değişti. Ebubekir Hazım'ı Yakup Kadri'yi, Sabahattin Ali'yi yoklaya yoklaya yoğunlaşan (Memleket Gerçekleri ve Sorunları) konusu, şimdi artık romanı adeta zorlayan itici bir güç haline gelmişti. Yeni yetişen hikaye ve romancılar, olanca ağırlıklarını bu alana yönelttiler. Romanlar artık -hemen bütün ile- memleket gerçeklerini ve memleket sorunlarını işleyen temalar niteliğine büründü. Ancak bu son dönem romancılarının Ebubekir Hazım, Yakup Kadri, Sabahattin Ali gibi sanatçılardan daha farklı, daha ileri bir yönleri vardır. Öncekiler, olayları ve sorunları pişirip kopartıp okuyucularının önüne sürmekle yetindikleri halde, günümüz romancıları bununla yetinmiyorlardı. Onlara göre romanın tezi, davası yanında yığınları etkileyecek görevleri de bulunmalıydı. Bu görevlerin başında ise sosyal gerçekler ve sosyal gerçekçiliğin ilk plana çıkarılması gelmekteydi.
Günümüz romancılarından hemen hepsi sosyal gerçekçiliği eserleri için gerekli saymaktadırlar. Ancak bunlardan bir kısmı bu gerçekçiliği evrensel açıdan ele almakta, bir kısmı ise milli ve milliyetçi bir görüşe bağlı kalmaktadırlar. Her iki zümre içinde de ılımlısı ve ılımsızı bulunan günümüz Türk romancılarından başlıcaları Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Tarık Buğra, Orhan Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Oktay Akbal, Samim Kocagöz, Necati Sepetçioğlu, Kemal Bilbaşar, Talip Apaydın, Orhan Hançerlioğlu, Cengiz Dağcı, Necati Cumalı, Mehmet Şeyda, Tahir Kutsi Makal, İlhan Engin, Erdal Öz, Sevgi Soysal, Sevinç Çokum, Veysel Özakın ve başkalarıdır.
(Şemsettin Kutlu, Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Romanları, İnkılap Kitabevi, İst.,
1987, s.13-17)
Tarih: 2016-03-02 01:56:39 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Türk Romanı Nedir
Türk edebiyatında Tanzimat dönemine kadar batılı anlam ve ölçüde roman yoktur. Divan edebiyatında "Leyla ile Mecnun", "Ferhat ile Şirin" ve benzeri aşk hikayeleri, konuya değil şiire dayalı örneklerdir."Kerem ile Aslı", Seyid Battal Gazi" çeşidinden manzum veya mensur halk hikayeleri ise bilinen karakterdeki romanlardan çok farklı türde, ortak ve anonim eserlerdir.
Edebiyatımızda ilk roman örneği Yusuf Kamil Paşa'nın Fransızcadan çevirdiği "Telemak'lır. Bunu kısa zamanda başka çevirmeler izlemiş, bunun hemen ardından da ilk yerli denemeleri başlamıştır.
Türk edebiyatında ilk yerli romanları meydana getirenler (Şemseddin Sami'nin yazdığı ve 1872'de yayınlanan Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat ilk Türk romanı kabul edilebilir.) Namık Kemal ile Ahmet Mithat Efendi'dir. Ahmet Mithat Efendi 1874'te meşhur Hasan Mellah'ı yayınlamış, ondan bir buçuk yıl kadar sonra Namık Kemal, 1876'da (Batılı anlamda ilk Türk romanı diyebileceğimiz) İntibah'ı çıkarmıştır. Bu iki romanda Fransız romantizminin etkilerini taşımaktadır. Bundan üç dört yıl kadar sonra Namık Kemal ikinci romanı Cezmi'yi bastırmıştır. Ahmet Mithat Efendi'ye gelince; o, daha uzun yıllar roman dalında eserler vermiştir. Ahmet Mithat Efendi'nin romanlarının sayısı 30'u geçmektedir.
Bu iki öncüden sonra roman denemesi yapan öteki yazarlarımız Sami Paşazade Sezai'nin Sergüzeşt ve Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası adlı romanları ile yavaş yavaş romantizmden realizme doğru bir yönelme gösterirler. Bunların ardından gelen Nabi Nazım ise bazen realizmi bile aşan, natüralizme kadar uzanan aydın ve uyanık bir zekadır.
Tanzimat dönemi ve Tanzimat sonrası yıllarının bu belli başlı adlarının yanında Emin Nihad, Şemsettin Sami, Mehmet Celal, Mehmet Münci, Mehmet Murad... gibi başka adlar da sayılabilir. Ancak bu yazarların roman alanındaki çalışmaları, genellikle bir heves seviyesinde kalmış belirli bir sonuca varamamıştır.
Türk edebiyatında romanda 'asıl büyük hamle Servet-i Fünun edebiyatında görülür. Bu edebiyat topluğunun nesir dalındaki büyük temsilcisi Halit Ziya,aynı zamanda romanında en büyük temsilcisidir. Halit Ziya'ya kadar yazılmış olan romanlar her şeye rağmen şu ya da bu yanlarından aksayan, türlü kusurlarla dolu örneklerdi. Bunlarda dil ve anlatım, konuların kurulup yürütülmesi, kahramanların yapıları ve yönetilişleri çok zaman tutuk, kararsız ve acemice idi. Özellikle yazarlar hemen daima eserle okuyucu arasına giriyor, eserin tabii atmosferini zedeliyordu. Halit Ziya romanı önce bu kusurlardan ayıklamış, ayrıca roman tekniğini de birinci plana almıştı. Gözlemleri, tasvirleri, olayları kurup kişileri yönetişi hemen tamamıyla batılı örneklere uygundu. Bu yüzden bazı edebiyat tarihçilerimiz -haklı olarak- onu Türk romancılığının babası diye anmışlardır. Ne var ki, bu üstünlüklerine rağmen Halit Ziya'ya dörtbaşı mamur diyebilmek mümkün değildir. Bir kere dili, bir roman için daima fazla süslü,, fazla külfetli hatta fazla şiirlidir. Ayrıca bu büyük ve usta yazar, realizme yönelme hususundaki bütün çabalarına rağmen, kendisini hiç bir zaman romantizmden kurtaramamıştır. Onu Servet-i Fünun'da izleyen Mehmet Rauf'a gelince o, Halit Ziya'nın biraz daha güçsüz devamından başka bir şey değildir. Ancak yine Halit Ziya'yı taklit ettiği psikolojik tahlillerde -zaman zaman- ustasını aşan başarılar gösterdiği de olmuştur.
Servet-i Fünun romancıları romana yeni bir hava ve ilerleyiş katarlarken, onlarla çağdaş olan fakat onların sanat anlayışına katılmayan başka bir yazar, Hüseyin Rahmi Gürpınar, birbiri ardınca birçok roman yazıyor ve yayınlıyordu. Hüseyin Rahmi romancılığında Ahmet Mithat Efendi'den etkilenmiş, ancak her bakımdan onunkilerden üstün eserler vermişti. Dilinin duruluğu, rahatlığı geniş yığınlara seslenişi ile Şervet-i Fünunculardan ayrılmaktaydı. Ayrıca konuları da Servet-i Fünuncular gibi, aydınlar ve alafranga tabakalar ortamında geçmiyor, her sınıfı ile İstanbul'un daha. yerli daha mütevazi insanlarını ve onların yaşayışlarını dile getiriyordu. Bununla birlikte Hüseyin Rahmi de Servet-i Fünuncular gibi İstanbul'dan dışarı çıkmamıştı; Türk romanı Anadolu'ya ve Anadolu insanlarına hâlâ yüzü dönük durmaktaydı...
Bu kötü geleneği ilk defa, hem de oldukça başarılı bir şekilde Ebubekir Hazım bozdu. Halit Ziyaların, Hüseyin Rahmilerin çağdaşı bulunan Ebubekir Hazım, onlar gibi profesyonel romancı da değildi. Ama ortaya koyduğu "Küçük Paşa" ile Türk romanını ilk defa yurt gerçekleri ve yurt insanları ile yüz yüze getirdi.
Türk romanı artık gittikçe evrimleşmekteydi. İkinci Meşrutiyet sonrası ile Cumhuriyetin ilk yıllarında üç büyük romancı yetişti. Bunlar Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri'ydi. Yakup Kadri, ilk birkaç denemesinden sonra, romanda kendine özgü çok sağlam bir yapıya ve sisteme ulaştı. Düzenli, belirli ve seçkin bir üslup içinde, roman sanatının gerektirdiği bütün kurallara h olarak eserlerini vermeye başladı. Bu eserler -bütün olarak- Türk toplumunun Tanzimat'tan zamanımıza kadar süregelen her çeşit çalkantılarını, rahat ve kendinden emin bir gerçekçilik içinde inceliyor, ortaya koyuyordu. Bu incelemelerde Türk halkının her sınıfı, her tabakası ele alınmıştı. İstanbul'u kadar Anadolusu da incelemelerin sınırları içindeydi.
Halide Edib, ilk romanlarında hemen sadece kadın ruhunun bunalımları ile uğraşmakta iken, ikinci döneminde ülkücü bir memleket yazarı, üçüncü döneminde ise yoğun bir gerçekçi ve insancı olarak, sanat hayatını çok dolgun bir şekilde tamamlamıştı.
Reşat Nuri, oldum olasıya, bir duygu ve sevgi adamıydı. Bundan dolayı kendine özgü bir romantizmle, hiç bir zaman büyük davalara ve derinlere inemeyen orta yapılı bir realizmi, ömrü boyunca ve gittikçe geliştirerek sürdürdü. Onun çok sevilip çok okunuşunda, sanatının gücünden fazla, eşsiz denilecek derecede tatlı ve sancı olan dil ve anlatımının payı -muhakkak ki- çok büyüktür.
Cumhuriyet dönemi romanının belli adlarından biri de Abdülhak Şinasi oldu. Abdülhak Şinasi, memleket sorunları, Anadolu gerçekleri ile pek ilgili değildi. O, belli bir zamanın ve mekanın belli tip ve karakterlerini, kendi yapısı olan bir üslupla anlatan, hüznü, mutluluğu, şiiri ile bambaşka bir çeşnide yaşayan ve yaşatan bir sanatçı olarak edebiyatımızdaki yerini almıştır.
İkinci Dünya Savaşı, bütün dünyada olduğu gibi, yurdumuzda da daha ilk yıllarından başlayarak hayatın her alanında pek çok değer yargılarım, duygu ve düşünceleri değiştirmeye başlamıştı. Bu değişmeler, savaştan sonraki yıllarda daha, da hızlandı. Sonuç olarak, hayatın en iyi aynalarından biri bulunan edebiyatı şiddetle etkiledi. Şiirde, tiyatroda olduğu gibi hikaye ve romanda da görüşler, sezişler, zevkler değişti. Ebubekir Hazım'ı Yakup Kadri'yi, Sabahattin Ali'yi yoklaya yoklaya yoğunlaşan (Memleket Gerçekleri ve Sorunları) konusu, şimdi artık romanı adeta zorlayan itici bir güç haline gelmişti. Yeni yetişen hikaye ve romancılar, olanca ağırlıklarını bu alana yönelttiler. Romanlar artık -hemen bütün ile- memleket gerçeklerini ve memleket sorunlarını işleyen temalar niteliğine büründü. Ancak bu son dönem romancılarının Ebubekir Hazım, Yakup Kadri, Sabahattin Ali gibi sanatçılardan daha farklı, daha ileri bir yönleri vardır. Öncekiler, olayları ve sorunları pişirip kopartıp okuyucularının önüne sürmekle yetindikleri halde, günümüz romancıları bununla yetinmiyorlardı. Onlara göre romanın tezi, davası yanında yığınları etkileyecek görevleri de bulunmalıydı. Bu görevlerin başında ise sosyal gerçekler ve sosyal gerçekçiliğin ilk plana çıkarılması gelmekteydi.
Günümüz romancılarından hemen hepsi sosyal gerçekçiliği eserleri için gerekli saymaktadırlar. Ancak bunlardan bir kısmı bu gerçekçiliği evrensel açıdan ele almakta, bir kısmı ise milli ve milliyetçi bir görüşe bağlı kalmaktadırlar. Her iki zümre içinde de ılımlısı ve ılımsızı bulunan günümüz Türk romancılarından başlıcaları Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Tarık Buğra, Orhan Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Oktay Akbal, Samim Kocagöz, Necati Sepetçioğlu, Kemal Bilbaşar, Talip Apaydın, Orhan Hançerlioğlu, Cengiz Dağcı, Necati Cumalı, Mehmet Şeyda, Tahir Kutsi Makal, İlhan Engin, Erdal Öz, Sevgi Soysal, Sevinç Çokum, Veysel Özakın ve başkalarıdır.
(Şemsettin Kutlu, Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Romanları, İnkılap Kitabevi, İst.,
1987, s.13-17)
Tarih: 2016-03-02 01:56:39 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx